İlginç bir dönem yaşıyoruz. Pandemi ile birlikte dünya genelinde bir enflasyonist süreç yaşanıyor.
Enflasyonu devletler mi teşvik ediyor? Yaşanan sürece bakılırsa, hemen her ülkede işletmeler kazandı. Peki vatandaşlar kazandı mı? Gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin vatandaşlarına sunduğu imkanlar aynı mı?
Ancak bu sürecin insanların ve işletmelerin ekonomileri üzerine olan etkisine bakıldığında iktisat teorisinin altüst olduğunu gözlemliyoruz.
Dünyanın hemen bütün ülkelerinde kendi ekonomik kıstaslarına göre enflasyonlarında artış oluşuyor. Ancak bu enflasyona rağmen yine o ülkelerdeki işletmeler kârlarına kar katıyor.
O fark da vatandaşına yönelik verdiği destek yöntemlerinde kendini gösteriyor.
Hatırlayın gelişmiş ülkeler daha enflasyon sürecine geçilmeden pandeminin ekonomiler üzerinde durgunluk yarattığı sırada, işletmeleri için ciddi destekler verdiler.
Enflasyonu devletler mi teşvik ediyor? Yaşanan sürece bakılırsa, hemen her ülkede işletmeler kazandı. Peki vatandaşlar kazandı mı? Gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin vatandaşlarına sunduğu imkanlar aynı mı?
Ancak bu sürecin insanların ve işletmelerin ekonomileri üzerine olan etkisine bakıldığında iktisat teorisinin altüst olduğunu gözlemliyoruz.
Dünyanın hemen bütün ülkelerinde kendi ekonomik kıstaslarına göre enflasyonlarında artış oluşuyor. Ancak bu enflasyona rağmen yine o ülkelerdeki işletmeler kârlarına kar katıyor.
Ancak enflasyonu işletmeler, vatandaşlar çerçevesinden incelediğimizde gelişmiş ülke ile gelişmekte olan ülke arasındaki ciddi bir fark ortaya çıkıyor.
O fark da vatandaşına yönelik verdiği destek yöntemlerinde kendini gösteriyor.
Hatırlayın gelişmiş ülkeler daha enflasyon sürecine geçilmeden pandeminin ekonomiler üzerinde durgunluk yarattığı sırada, işletmeleri için ciddi destekler verdiler.
Japonya: 2,2 trilyon dolar, ABD: 2 trilyon dolar, AB'den 27 üye ülkeye 750 milyar euroluk (825 milyar dolar) fon önerisi, Almanya: 750 milyar euro (825 milyar dolar), İngiltere: 350 milyar sterlin (430 milyar dolar), Fransa: 110 milyar euro (120 milyar dolar), Hindistan: 265 milyar dolar, Türkiye: 100 milyar TL (15 milyar dolar) teşvik paketi açıkladı.
Bugünlerde ise yine bu gelişmiş ülke iktidarları Rusya ve Ukrayna’da yaşanan savaş nedeniyle, tahıl, doğalgaz gibi temel ihtiyaçlara ulaşımdaki aksaklığın fiyatlar genel seviyesi üzerinde oluşturacağı baskıyı hafifletiyorlar. Mesela vatandaşlarının üzerine binen doğalgaz ve benzeri yükleri (örneğin Almanya'da aralık ayında tüm konutların ve KOBİ'lerin doğal gaz faturalarını devletin ödemesi kararı aldı) hafifletecek tedbirler alıyorlar.
Enflasyonun işletmeler üzerindeki yüküne bakalım.
Mesela iktisat teorilerinde enflasyonun işletmelerin finansal oranlarına etkisi incelendiğinde; enflasyonun likidite oranları üzerinde, öz kaynak oranı üzerinde ve dönem kârının hasılata oranı ile bulunan kârlılık oranı üzerinde negatif etkiye sahip olduğu tespiti yapılır. Yine enflasyonun işletmelerin üretim güçlerini ve verimliliklerini azalttığı belirtilerek, enflasyon dönemlerinde maliyetlerin ve fiyatların artması sebebiyle üretim miktarı veya satış miktarı azalabileceği tespiti yapılır.
Ancak yaşadığımız bugünlere baktığımızda, Türkiye’de ve dünyada düşük ya da yüksek enflasyonun sadece işletmelere yaradığını görüyoruz.
Bu konuyu biraz açalım. Gelişmiş ülkelerde şirketler uzun yıllardır sabit ve düşük enflasyon içerisinde oldu. Dolayısıyla da kârları sabit kaldı. Pandemi sürecinde yaşanan ekonomik durgunluk işletmelerin birikimlerini, özsermayelerini eritti. Gelişmiş ülkeler sabit kârların işletmeler için oluşturduğu bu yetersizliği önlemek için şimdi düşük oranlı enflasyonu bu şirketler için bir avantaja dönüştürüyor.
Yani devletler eliyle işletmelerin kaybedilen kârlarının kazanılması için ‘enflasyon’ bir araç olarak kullanılmaya başlandı.
Türkiye’ye baktığımızda ise TÜİK’e göre yüzde 85, ENAG’a göre yüzde 185’ler seviyesindeki enflasyonun öyle işletmelerin öz kaynak oranı üzerinde ve dönem kârının hasılata oranı ile bulunan kârlılık oranı üzerinde negatif etkiye sahip olduğunu söyleyemiyoruz!
Nereden bu kanaate varıyoruz?
Enflasyonun bu seviyelerinde borsada işlem gören şirketlerin açıkladığı bilançolardaki kârlara bakarak.
Örneğin Koç Holding yılın 9 ayında kârını yüzde 337 artırıyorsa, hangi negatif etkiden bahsedebiliriz. Ya da Sabancı Holding. Geçen yılın 9 aylık bölümünde 6,8 milyar TL kâr açıklamıştı. Bu yılın 9 aylık döneminde net dönem kârını geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 297 artırarak 27,2 milyar TL’ye yükseltti. Bu şekilde ciddi kârlar elde eden şirketleri sıralamak mümkün. Türk Otomobil Fabrikası yüzde 145, Tav Havalimanları yüzde 119, Türk Traktör yüzde 94.
Diyeceğim o ki; işletmeler açısından iktisat teorisini altüst eden bir süreçten geçiyoruz. İşletmeler kârlarına kâr katıyor.
Bu arada Türkiye’de toplanan vergilerin gayrisafi milli hasılaya (GSMH) oranı yüzde 20-24 civarında değişirken, bu oran OECD ülkelerinde yüzde 30-47 arasında bulunuyor. Ayrıca, toplanan gelir vergilerinin yüzde 40’lık bir bölümü de milli gelirden en az payı alan ücretli kesimden alınarak, gelir dağılımına olumsuz etki yapıyor.
Türkiye’de enflasyonun demografik yapıda oluşturduğu etki gözlemlendiğinde 15 milyon kadar alt gelir grubundaki vatandaşın günlük 4 dolarlık bir kazanç içerisinde perişan olduğu görülüyor. 50 milyon kadar orta gelir grubunda olan vatandaş kesiminin ise hem yaşam kalitesinin, hem hayat konforunun ciddi şekilde düştüğünü söyleyebiliyoruz. Ancak bir 15 milyon kadar üst gelir grubunda olan kesim var ki; (aralarında yukarıda bahsettiğim işletme sahipleri de bulunuyor) onlar ‘paraya para demiyor’ kazançlarında kat be kat bir geçim düzeyine ulaşmış bulunuyor.
Peki ücret artışları enflasyonu etkiliyor mu?
Enflasyon konusuna bu cepheden baktığımızda ücret ve maaşlarda cömert artışlara gidilmesi, tarım kesimine kaynak aktarılması ve iç piyasanın biraz canlandırılması enflasyonu artırmayacağı öngörülüyor. Nedenine gelince; ücret ve maaşların milli gelirdeki payının zaten yeterince gerilemiş olduğu bir süreçte; bu cephede sağlanacak kısmi bir rahatlamanın tümüyle talebe dönüşünü dahi toplam talebi çok fazla artırmayacağı bekleniyor.
Ancak, enflasyonu besleyen asıl nedenin devletin bütçe açıkları olduğunu konusunda bütün para otoriteleri hem fikirdirler. Bu kapsamda bütçe açığına gerekçe olarak, bütçe içerisinde önemli gider kalemi olan devletin nihai tüketim harcamaları içinde yer alan maaş ve ücretlilere yapılan ödemeler gösterilse de, yıllara sari ödemeler incelendiğinde de sabit gelirlileri için verilecek artışların enflasyonu büyük oranda tetiklemediği gözleniyor.
Hele ki; bugün iktisat teorilerini altüst eden sürecin önümüze koyduğu gidişata bakınca, sadece dar ve sabit gelirlilerin ezildiği bir dönemde ücret artışlarının enflasyona etkisini düşünerek artışlarda cimri davranmak ne kadar sağlıklı olacak.
Bugünlerde ise yine bu gelişmiş ülke iktidarları Rusya ve Ukrayna’da yaşanan savaş nedeniyle, tahıl, doğalgaz gibi temel ihtiyaçlara ulaşımdaki aksaklığın fiyatlar genel seviyesi üzerinde oluşturacağı baskıyı hafifletiyorlar. Mesela vatandaşlarının üzerine binen doğalgaz ve benzeri yükleri (örneğin Almanya'da aralık ayında tüm konutların ve KOBİ'lerin doğal gaz faturalarını devletin ödemesi kararı aldı) hafifletecek tedbirler alıyorlar.
Enflasyonun işletmeler üzerindeki yüküne bakalım.
Mesela iktisat teorilerinde enflasyonun işletmelerin finansal oranlarına etkisi incelendiğinde; enflasyonun likidite oranları üzerinde, öz kaynak oranı üzerinde ve dönem kârının hasılata oranı ile bulunan kârlılık oranı üzerinde negatif etkiye sahip olduğu tespiti yapılır. Yine enflasyonun işletmelerin üretim güçlerini ve verimliliklerini azalttığı belirtilerek, enflasyon dönemlerinde maliyetlerin ve fiyatların artması sebebiyle üretim miktarı veya satış miktarı azalabileceği tespiti yapılır.
Ancak yaşadığımız bugünlere baktığımızda, Türkiye’de ve dünyada düşük ya da yüksek enflasyonun sadece işletmelere yaradığını görüyoruz.
Bu konuyu biraz açalım. Gelişmiş ülkelerde şirketler uzun yıllardır sabit ve düşük enflasyon içerisinde oldu. Dolayısıyla da kârları sabit kaldı. Pandemi sürecinde yaşanan ekonomik durgunluk işletmelerin birikimlerini, özsermayelerini eritti. Gelişmiş ülkeler sabit kârların işletmeler için oluşturduğu bu yetersizliği önlemek için şimdi düşük oranlı enflasyonu bu şirketler için bir avantaja dönüştürüyor.
Yani devletler eliyle işletmelerin kaybedilen kârlarının kazanılması için ‘enflasyon’ bir araç olarak kullanılmaya başlandı.
Türkiye’ye baktığımızda ise TÜİK’e göre yüzde 85, ENAG’a göre yüzde 185’ler seviyesindeki enflasyonun öyle işletmelerin öz kaynak oranı üzerinde ve dönem kârının hasılata oranı ile bulunan kârlılık oranı üzerinde negatif etkiye sahip olduğunu söyleyemiyoruz!
Nereden bu kanaate varıyoruz?
Enflasyonun bu seviyelerinde borsada işlem gören şirketlerin açıkladığı bilançolardaki kârlara bakarak.
Örneğin Koç Holding yılın 9 ayında kârını yüzde 337 artırıyorsa, hangi negatif etkiden bahsedebiliriz. Ya da Sabancı Holding. Geçen yılın 9 aylık bölümünde 6,8 milyar TL kâr açıklamıştı. Bu yılın 9 aylık döneminde net dönem kârını geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 297 artırarak 27,2 milyar TL’ye yükseltti. Bu şekilde ciddi kârlar elde eden şirketleri sıralamak mümkün. Türk Otomobil Fabrikası yüzde 145, Tav Havalimanları yüzde 119, Türk Traktör yüzde 94.
Diyeceğim o ki; işletmeler açısından iktisat teorisini altüst eden bir süreçten geçiyoruz. İşletmeler kârlarına kâr katıyor.
Bu arada Türkiye’de toplanan vergilerin gayrisafi milli hasılaya (GSMH) oranı yüzde 20-24 civarında değişirken, bu oran OECD ülkelerinde yüzde 30-47 arasında bulunuyor. Ayrıca, toplanan gelir vergilerinin yüzde 40’lık bir bölümü de milli gelirden en az payı alan ücretli kesimden alınarak, gelir dağılımına olumsuz etki yapıyor.
Türkiye’de enflasyonun demografik yapıda oluşturduğu etki gözlemlendiğinde 15 milyon kadar alt gelir grubundaki vatandaşın günlük 4 dolarlık bir kazanç içerisinde perişan olduğu görülüyor. 50 milyon kadar orta gelir grubunda olan vatandaş kesiminin ise hem yaşam kalitesinin, hem hayat konforunun ciddi şekilde düştüğünü söyleyebiliyoruz. Ancak bir 15 milyon kadar üst gelir grubunda olan kesim var ki; (aralarında yukarıda bahsettiğim işletme sahipleri de bulunuyor) onlar ‘paraya para demiyor’ kazançlarında kat be kat bir geçim düzeyine ulaşmış bulunuyor.
Peki ücret artışları enflasyonu etkiliyor mu?
Enflasyon konusuna bu cepheden baktığımızda ücret ve maaşlarda cömert artışlara gidilmesi, tarım kesimine kaynak aktarılması ve iç piyasanın biraz canlandırılması enflasyonu artırmayacağı öngörülüyor. Nedenine gelince; ücret ve maaşların milli gelirdeki payının zaten yeterince gerilemiş olduğu bir süreçte; bu cephede sağlanacak kısmi bir rahatlamanın tümüyle talebe dönüşünü dahi toplam talebi çok fazla artırmayacağı bekleniyor.
Ancak, enflasyonu besleyen asıl nedenin devletin bütçe açıkları olduğunu konusunda bütün para otoriteleri hem fikirdirler. Bu kapsamda bütçe açığına gerekçe olarak, bütçe içerisinde önemli gider kalemi olan devletin nihai tüketim harcamaları içinde yer alan maaş ve ücretlilere yapılan ödemeler gösterilse de, yıllara sari ödemeler incelendiğinde de sabit gelirlileri için verilecek artışların enflasyonu büyük oranda tetiklemediği gözleniyor.
Hele ki; bugün iktisat teorilerini altüst eden sürecin önümüze koyduğu gidişata bakınca, sadece dar ve sabit gelirlilerin ezildiği bir dönemde ücret artışlarının enflasyona etkisini düşünerek artışlarda cimri davranmak ne kadar sağlıklı olacak.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
cemilcahitsaracoglu.blogspot.com