Siyaset arenası bir çıkış yolu arayışında…İttifakların her ikisi de kendilerince ülkeyi ‘fabrika ayarlarına’ döndürecek adımlar peşinde.
Ekonomideki türbülans, vatandaşlarda ciddi tepki oluşturmuş durumda.
Asgari ücret başta olmak üzere, sabit gelirlilerin ücretlerinde yapılan yüksek oranlı artışlar da vatandaşın mutfağındaki yangını söndürmeye yetmedi.
Çünkü, ekonomide alınan ‘faiz sebep, enflasyon netice’ teorisi, yüksek enflasyona yol açmasından dolayı sadece ‘enflasyon netice’ söylemini haklı çıkardı…
Cumhur İttifakındaki ‘başarılıyız’ şeklindeki ekonomik söylemler de; CHP özelinde Kılıçdaroğlu’na yönelik söylemler de; halkın ekonomide yaşadığı sancının önüne geçemiyor.
Asgari ücret başta olmak üzere, sabit gelirlilerin ücretlerinde yapılan yüksek oranlı artışlar da vatandaşın mutfağındaki yangını söndürmeye yetmedi.
Çünkü, ekonomide alınan ‘faiz sebep, enflasyon netice’ teorisi, yüksek enflasyona yol açmasından dolayı sadece ‘enflasyon netice’ söylemini haklı çıkardı…
Cumhur İttifakındaki ‘başarılıyız’ şeklindeki ekonomik söylemler de; CHP özelinde Kılıçdaroğlu’na yönelik söylemler de; halkın ekonomide yaşadığı sancının önüne geçemiyor.
Bu nedenle siyaset arenası yeni ittifakların artık kaçınılmaz olduğu gerçeğine doğru gidiyor.
Her iki ittifak cephesi de HDP faktörünü, dolayısıyla Kürtlerin oylarını yanına çekmeden diğerini alt edemeyeceği gerçeğini göz ardı edemiyor.
Ancak HDP hamlesine kim kalkışacaksa, yanı başındaki partiden bir çelme yiyor.
O yüzde ortada ilginç bazı temasların olduğu kulağımıza geliyor.
Mesela bir tanesi Öcalan’a 2024 yılına kadar süre veren AİHM’in ‘ihlal kararına’ kalmadan bir ‘ev hapsi’ formülünden bahsedilmesi.
Bu durumun biraz açılmasını istediğimizde şunlara vurgu yapılıyor:
“Şöyle ki; ülkemizde ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına mahkum olanlar cezaevinden çıkamıyor. Bir daha dış dünyayı görme olanağına kavuşamıyor. AİHM kararına göre, cezanın infazı sürecinde belirli koşulların varlığı ve oluşması durumunda, ‘şartla tahliyenin mümkün olup olmadığı yönünden bu cezanın gözden geçirilebilmesi gerekiyor. ‘Gözden geçirme’ süresi, ilgili ülkenin takdirinde olmak üzere, bir yasa çıkartılarak, bu yasadaki sürenin dolması durumunda, öngörülen koşullar oluşmuş ise AİHM kararına göre şartlı tahliye gerektiriyor. Türkiye’de böyle bir yasa olmadığından hiçbir biçimde şartlı tahliye olanağı sağlanamıyor. Anılan ceza bu haliyle, mevcut infaz koşullarıyla ‘aşağılayıcı ve insanlık dışı’ bulunuyor. Bu nedenle sözleşme ihlal edilmiş sayılıyor. Yani AİHM kararında ‘ağırlaştırılmış müebbet hapis cezalarına şartlı tahliye olanağı sağlayan bir yasa çıkar, infaz sırasında öngörüleceğin süreyi dolduran ve koşulları sağlayanlara şartla tahliye olanağı sağla’ deniliyor. Eğer bu yasa çıkarılmazsa, belirli bir süre sonra Öcalan başvurduğunda, Türkiye hakkında AİHM ‘ihlal kararı’ verebilir.”
Bu durumun erkene çekilmesini sağlayacak bir siyasi hamle, Cumhur İttifakı’na Kürt oylar konusunda önemli bir avantaj sağlar mı? şeklindeki bir soruya ise; “Bu nedenle biraz da 2002’deki fabrika ayarlarına dönülmesi gerekiyor” yorumu yapılıyor.
Fabrika ayarlarına dönülür mü?
AK Parti eski oylarını alması için Kürt seçmeni yanına çekmesi gerektiğini iyi biliyor.
Ama bir türlü de o seçmenlerin ‘gönlü soğutulmuyor’ farkında mısınız?
Öte yandan basına yansıyan haberlere göre 6’lı masanın kurmayları ‘Anayasal ve Yasal Çerçeve Hazırlık Komisyonu’ ile güçlendirilmiş parlamenter sistem konusunda sıfırdan yeni bir anayasa yerine, mevcut anayasa üzerinde çalışmış. 6’lı masa liderlerinin 28 Şubat’ta açıkladığı bildirinin anayasa maddelerine işlenmesi şeklinde bir metin hazırlamış. Bu kapsamda YÖK kalkacak, DPT gibi yatırımları koordine edecek yapılar yeniden oluşturulacak, başbakanlık ve müsteşarlıklar yeniden kurulacakmış. Kurmaylara göre böylece Türkiye ‘fabrika ayarlarına’ dönecek.
Doğrusu bakanlıklardaki müsteşarlık müessesesinin yeniden oluşturulması gerçekten çok önemli olacak. Bir kurumun en başından beri bütün bilgilerinin ve faaliyetlerinin rapor edildiği müsteşarlık makamı, o kurumun aslında hafızasını da koruyordu. Gelen her yeni bakana kurum anlatılarak, alınacak yeni kararlar konusunda ciddi bir enformasyon yapıyordu. Ancak, bakan yardımcılığı denilen sistem ise yardımcılar bakan ile birlikte gelip gittikleri için çalıştıkları kurumla hiçbir bağlarının olmadığını ortaya koydu. Böylece kurumların yıllardır yaptığı ya da önümüzdeki yıllarda yapacaklarına ilişkin bir hafızasını bilen muhafaza eden bir yapı ortada kalmamış oldu.
1980 darbesinin eseri YÖK’ün kaldırılması konusunda ise bugüne kadar hiçbir iktidar samimi davranmadı. YÖK Yüksek Disiplin Kurulu Üyesi Prof. Dr. Mustafa Altıntaş “Öğrenciler, öğretim elemanları ve yükseköğretim kurumları olan 3’lü paydaşlar, YÖK ceberutluluğunun ve uzantısı olan yükseköğretim/üniversite yönetimlerinin yıldırma, baskılama, ezme, mesleklerinden kopma/kopartılma ve yükseköğretim sürecinin dışına çıkma/çıkarılma benzeri girişimlerinin kurbanı olmuşlardır. Bir toplumun en gözetilmesi gereken yetkin insan kaynağının ocağı olması gereken üniversite/yükseköğretim kurumları, yetkin insan kaynağımızı öğütür olmuş ve olmaktadır” tespiti yeterince fikir veriyor.
DPT’nin yeniden kurulması fikrine gelince.
Kapatılıncaya kadar olan sürede ülke kaynaklarının sağlıklı ve verimli şekilde yönlendirilmesi konusunda yeterli adımın atılmasına öncülük etseydi DPT, ülke insanının yıllarca 2 bin dolar GSYH’dan pay almasını önlemez miydi?
Mesela sanayinin sadece Marmara Bölgesi’nde olmasını sağlayan yatırım politikaları ne kadar sağlıklıydı Allah aşkına.
Dolayısıyla ‘fabrika ayarlarına’ dönüyoruz denilirken, eski sistemi yeniden getirip, toplumun büyük bir kesiminde ‘eski tas eski hamam’ travmalarının yeniden alevlenmesine yol açacak adımları da getirme riskini göz ardı etmeyelim.
Yani ‘fabrika ayarlarına mı dönelim’, yoksa ‘fabrikada üretim yöntemini de yenileyelim’ konusunda iyi bir karar verilmeli.
Her iki ittifak cephesi de HDP faktörünü, dolayısıyla Kürtlerin oylarını yanına çekmeden diğerini alt edemeyeceği gerçeğini göz ardı edemiyor.
Ancak HDP hamlesine kim kalkışacaksa, yanı başındaki partiden bir çelme yiyor.
O yüzde ortada ilginç bazı temasların olduğu kulağımıza geliyor.
Mesela bir tanesi Öcalan’a 2024 yılına kadar süre veren AİHM’in ‘ihlal kararına’ kalmadan bir ‘ev hapsi’ formülünden bahsedilmesi.
Bu durumun biraz açılmasını istediğimizde şunlara vurgu yapılıyor:
“Şöyle ki; ülkemizde ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına mahkum olanlar cezaevinden çıkamıyor. Bir daha dış dünyayı görme olanağına kavuşamıyor. AİHM kararına göre, cezanın infazı sürecinde belirli koşulların varlığı ve oluşması durumunda, ‘şartla tahliyenin mümkün olup olmadığı yönünden bu cezanın gözden geçirilebilmesi gerekiyor. ‘Gözden geçirme’ süresi, ilgili ülkenin takdirinde olmak üzere, bir yasa çıkartılarak, bu yasadaki sürenin dolması durumunda, öngörülen koşullar oluşmuş ise AİHM kararına göre şartlı tahliye gerektiriyor. Türkiye’de böyle bir yasa olmadığından hiçbir biçimde şartlı tahliye olanağı sağlanamıyor. Anılan ceza bu haliyle, mevcut infaz koşullarıyla ‘aşağılayıcı ve insanlık dışı’ bulunuyor. Bu nedenle sözleşme ihlal edilmiş sayılıyor. Yani AİHM kararında ‘ağırlaştırılmış müebbet hapis cezalarına şartlı tahliye olanağı sağlayan bir yasa çıkar, infaz sırasında öngörüleceğin süreyi dolduran ve koşulları sağlayanlara şartla tahliye olanağı sağla’ deniliyor. Eğer bu yasa çıkarılmazsa, belirli bir süre sonra Öcalan başvurduğunda, Türkiye hakkında AİHM ‘ihlal kararı’ verebilir.”
Bu durumun erkene çekilmesini sağlayacak bir siyasi hamle, Cumhur İttifakı’na Kürt oylar konusunda önemli bir avantaj sağlar mı? şeklindeki bir soruya ise; “Bu nedenle biraz da 2002’deki fabrika ayarlarına dönülmesi gerekiyor” yorumu yapılıyor.
Fabrika ayarlarına dönülür mü?
AK Parti eski oylarını alması için Kürt seçmeni yanına çekmesi gerektiğini iyi biliyor.
Ama bir türlü de o seçmenlerin ‘gönlü soğutulmuyor’ farkında mısınız?
Öte yandan basına yansıyan haberlere göre 6’lı masanın kurmayları ‘Anayasal ve Yasal Çerçeve Hazırlık Komisyonu’ ile güçlendirilmiş parlamenter sistem konusunda sıfırdan yeni bir anayasa yerine, mevcut anayasa üzerinde çalışmış. 6’lı masa liderlerinin 28 Şubat’ta açıkladığı bildirinin anayasa maddelerine işlenmesi şeklinde bir metin hazırlamış. Bu kapsamda YÖK kalkacak, DPT gibi yatırımları koordine edecek yapılar yeniden oluşturulacak, başbakanlık ve müsteşarlıklar yeniden kurulacakmış. Kurmaylara göre böylece Türkiye ‘fabrika ayarlarına’ dönecek.
Doğrusu bakanlıklardaki müsteşarlık müessesesinin yeniden oluşturulması gerçekten çok önemli olacak. Bir kurumun en başından beri bütün bilgilerinin ve faaliyetlerinin rapor edildiği müsteşarlık makamı, o kurumun aslında hafızasını da koruyordu. Gelen her yeni bakana kurum anlatılarak, alınacak yeni kararlar konusunda ciddi bir enformasyon yapıyordu. Ancak, bakan yardımcılığı denilen sistem ise yardımcılar bakan ile birlikte gelip gittikleri için çalıştıkları kurumla hiçbir bağlarının olmadığını ortaya koydu. Böylece kurumların yıllardır yaptığı ya da önümüzdeki yıllarda yapacaklarına ilişkin bir hafızasını bilen muhafaza eden bir yapı ortada kalmamış oldu.
1980 darbesinin eseri YÖK’ün kaldırılması konusunda ise bugüne kadar hiçbir iktidar samimi davranmadı. YÖK Yüksek Disiplin Kurulu Üyesi Prof. Dr. Mustafa Altıntaş “Öğrenciler, öğretim elemanları ve yükseköğretim kurumları olan 3’lü paydaşlar, YÖK ceberutluluğunun ve uzantısı olan yükseköğretim/üniversite yönetimlerinin yıldırma, baskılama, ezme, mesleklerinden kopma/kopartılma ve yükseköğretim sürecinin dışına çıkma/çıkarılma benzeri girişimlerinin kurbanı olmuşlardır. Bir toplumun en gözetilmesi gereken yetkin insan kaynağının ocağı olması gereken üniversite/yükseköğretim kurumları, yetkin insan kaynağımızı öğütür olmuş ve olmaktadır” tespiti yeterince fikir veriyor.
DPT’nin yeniden kurulması fikrine gelince.
Kapatılıncaya kadar olan sürede ülke kaynaklarının sağlıklı ve verimli şekilde yönlendirilmesi konusunda yeterli adımın atılmasına öncülük etseydi DPT, ülke insanının yıllarca 2 bin dolar GSYH’dan pay almasını önlemez miydi?
Mesela sanayinin sadece Marmara Bölgesi’nde olmasını sağlayan yatırım politikaları ne kadar sağlıklıydı Allah aşkına.
Dolayısıyla ‘fabrika ayarlarına’ dönüyoruz denilirken, eski sistemi yeniden getirip, toplumun büyük bir kesiminde ‘eski tas eski hamam’ travmalarının yeniden alevlenmesine yol açacak adımları da getirme riskini göz ardı etmeyelim.
Yani ‘fabrika ayarlarına mı dönelim’, yoksa ‘fabrikada üretim yöntemini de yenileyelim’ konusunda iyi bir karar verilmeli.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
cemilcahitsaracoglu.blogspot.com