10 Mayıs 2022

Yoksulun enflasyonu ile zenginin enflasyonu aynı olmaz!



Bir ülkedeki enflasyon sabit ve dar gelirler ile enflasyonun yarattığı fiyat artışlarından kazanç elde edenler için farklıdır.

Enflasyon her zaman fiyat artışı yaratır.

Dolayısıyla fiyat artışından kazanç sağlayan kesimler yani sermaye, enflasyonist ortamı her zaman sever ve destekler.

İlginç olan ise iktidarların enflasyonist ortamı tercihleridir.

Enflasyonist piyasa oluşumuna yol açan karar alan iktidarlar, aslında sermayenin desteğini almayı kararlaştırmış olur.

Böylece sermaye ile iktidarlar birbirlerini destekleyen fasit bir sürece girmiş olur.

Öte yandan sermayenin enflasyon altında ezilmesi neredeyse imkansızdır.

Özellikle yurtdışı ile bağlantılı sermaye grupları ancak bulundukları ülkelerde yurtdışı firmaların distribütörlük konumunda olurlar.

Bunların ülke işletme sayıları da yüzde 3-5’i geçmez.

Yurtiçinde distribütör olan sermaye yurtdışından genelde de yurtiçi üretimde kullanılan hammaddeyi getirir.

Hammaddenin getirildiği ülkede enflasyonu düşük olduğu ve o ülkelerin para birimi üzerinden olduğundan distribütör şirketlerin zararı olmaz.

Ancak getirdikleri ürünlerin iç piyasadaki döviz kuruna göre sattıkları için her gün kar eder.

Olan KOBİ ölçeğindeki şirketlere olur.

Onlar sermaye yapıları ve işletme yönetim anlayışından dolayı distribütörlük gibi bir statüye ulaşamazlar.

Dolayısıyla yerli finans kaynakları ile ürettikleri her ürün için gereken hammaddeyi distribütörlerin getirdiği fiyatlardan almak zorundadırlar.

Bu durumda ise ürettikleri her ürünün ana girdisi aynı döviz kurundan olsa da yurtiçinde döviz kuru yaşanan artıştan dolayı nihai ürünü satacakları zaman ya fiyat indireceklerdir ya da satamayacaklardır.

KOBİ’lerin ekonomik daralmanın başladığı bu sarmaldan çıkmak için uyguladığı ilk yöntem ise ‘sürümden kazanma’ yöntemidir.

Yani ucuza ya da maliyet fiyatına sıklıkla satış da diyebiliriz.

Ancak satış yöntemindeki bu mantık da zaman içerisinde ciddi zarara yol açmaktadır.

İkinci ve en sorunlu yöntem ise rekabet edebilmek için -ucuz ve kalitesiz hammadde kullanılarak ürün geliştirmektir.

Bu adıma kaçınılmaz olarak giren KOBİ, ürettiği ürünün kalitesini düşürdükçe, aynı zamanda yılların birimi olan kendi imajına da zarar verecek noktalara sürüklenir.

Yani iktidarlar, ülke ekonomisini sürükleyen işletme içerisindeki sayıları yüzde 90-95’lere ulaşan KOBİ ölçeğindeki şirketlerden yana koymadıkları sürece, ekonomide kontrol daima yurtdışına bağlı sermaye gruplarına teslim etmiş olurlar.

Enflasyonist ortamda ise dar gelirli kesimler iyiden iyiye yoksullaşır. Hatta ‘boğaz’ derdine düştükleri için eğitim, sağlık, giyim gibi konular onlar için artık ikinci plana düşer.

Eğitimsizliğin toplumlarda oluşturduğu geri kalmışlığı anlatmaya gerek yok.

Enflasyonun ilaç başta olmak üzere sağlık hizmetlerinde yarattığı fahiş artışlar nedeniyle sağlığı ile ilgilenmeyenler ise daha ileri yıllarda ülke sağlık ekonomisine ciddi yüke yol açarlar.

Karnını doyurmak zorunda kalan kesimlerin sayısı artıkça, pazar yerlerine akşam saatlerinde gidişler de artar.

Akşam saatlerinde gitme psikolojisinin bile altında ‘boğazını’ elinde her geçen gün eriyen gelirinin daha az bir kısmı ile doyurmak yatar.

Sabit ve dar gelirliler bu süreci yaşarken, yukarıda bahsettiğim işletmelerin yurtdışına bağımlı olanların kısmı rahatı her geçen gün artarken, yurtdışına bağımlı olmayan yurtiçi şirketler de SGK, vergi gibi borçlarını ödeyemez duruma gelirler.

Vergi ve SGK prim borçları da bütçeye ilave yükler getirir.

İktidar ise işin en başında aldığı yanlış kararların sonucunda bütçede başlayan daralmayı, zamlarla gidermeye çalışarak, yeni bir enflasyonist süreci tetikler.

Dahası işletmelerin ödemediği vergi ve SGK gibi zorunlulukları da bir süre sonra dar ve sabit gelirli geniş toplum kesimlerinin üzerine kalır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

cemilcahitsaracoglu.blogspot.com