10 Haziran 2022

Yaşananlar; ekonomi ve siyasetin dilinin ayrışmasından



“Son 1,5 yılda ülkede 19 yıldır iktidar olan bir partinin yapmaması gereken ne varsa yapıldı” diye yazmış bir okurumuz. 

Hakikaten son 1,5-2 yıldır siyasetin dili, ekonominin dili ile uyumlu hareket etmedi. Türkiye Ekonomi Modeli başlıklı bir program uygulanmadan önceye bir bakalım mı?

Son on yılda Türk lirasında en yüksek değer kayıpları 2018 yılında yaşandı. Olumsuz ekonomik beklentiler ve ABD ile Türkiye arasında Rahip Brunson krizi nedeniyle gerginleşen ilişkiler 2018’in başında 3,75 TL seviyelerinde olan doları yıl içinde 7 TL seviyelerine kadar çıkardı. Türk lirası, dolara karşı günlük olarak 24 Mayıs’ta %5, 13 Ağustos’ta %9 ve 14 Ağustos’ta ise %13,6 değer kaybetti. Son on yılın bir diğer yüksek değer kaybı da 22 Mart 2021’de yaşandı. 20 Mart’ta Merkez Bankası Başkanı Naci Ağbal’ın görevden alınmasıyla tetiklenen dalgalanmayla Türk lirası bir gün içinde %8 değer kaybetti.

TL’deki değer kayıpları 19 yılda yaşanmayan ölçüde öyle arttı ki; 25 Aralık 2021’de Türkiye Ekonomi Modeli başlıklı bir modeli ‘Dünya’ gündemine soktuk.

Bu modelle kendi yarattığımız türbülanstan kurtulacağımıza ümitlendik.

Büyük puntolarla “25 başlıkta Türkiye modeli” diye manşetler attık. “Türkiye Ekonomi Modeli, üretime dayalı, ihracat öncelikli bir temele dayanıyor. Kısa vadeli adımlar hafta içi yapılan düzenlemelerle hızlıca hayata geçirildi. Ancak modelin başarısı için orta ve uzun vadede yerine getirilmesi gereken 20 maddelik ev ödevi var. Mega endüstri bölgeleri kurulacak. Elektrikli araç endüstrisi teşvik edilecek. Enerji, savunma sanayii, havacılık, ilaç, tarım ve hayvancılık gibi stratejik sektörlere kredide öncelik verilecek. Mesleği eğitim merkezleri güçlendirilecek. Sektörel beceri haritaları çıkarılacak. Katma Değer Vergisi (KDV) mevzuatı sadeleştirilecek. Sektörel beceri haritaları çıkarılacak” dedik.

E, hani? Nerde bu yukarıda sıralananlar? Hangisi başlatıldı?

Ama modellemeyi hakikaten ‘Dünya’ gündemine soktuk.

Gelişmiş ya da gelişmekte olan hiçbir ülkede uygulanmayan bir modelleme.

Savaştaki Rusya bile enflasyon olasılığını göz önüne alarak savaşa rağmen faizi artırdı. ABD, İngiltere hakeza…

Türkiye'nin faizleri düşük tutarak ekonomik büyümeyi ve ihracat potansiyelini rekabetçi kur ile sağlamak yönündeki politikası, TL'deki çöküşün en büyük sebebi oldu.

Yani biz Rusya ve Ukrayna gibi bir savaşta değilken, kendi kendimize bir ‘savaş yarattık’ ve onun karşısında yüzde 70’leri aşan bir enflasyonla dar gelirli, sabit gelirli milyonlarca insanımızı inim inim inletmeyi başardık.

Sahi, 19 yıllık, büyük kitleleri arkasından sürükleyen bir iktidarın yapacağı şeyler miydi bu?

Türkiye Ekonomi Modeli ile bir de kur korumalı mevduat getirdik.

Uygulama öncesinde eşe dosta 18 TL’den dolar bozdurduk. Kuru 11’lere indirdik. Ardından bu dostlar! 11 TL’den yeniden alımını yaptı.

Ama bu geçici kur düşüşünü modelimize dayanak yaptık.

“Dövizini boz getir, 3 ay sonra artarsa kur farkını, artmazsa faiz farkını verelim” dedik.

Faiz de arttı, kur da…

Bütçeye 200 milyar liralık yük bindirdik.

Üstelik, milyonlar inledikçe, faizle kredi verdik.

Faize karşıydık ama kitleleri faiz ödemeye zorladık.

Onların da bir kısmı gidip, döviz aldı.

Neden?

Ekonominin başındakilere güvensizlikten…

Dedik ya; “Ekonominin dili ile siyasetin dili aynı olmadığı için yaşandı bütün bunlar.”

Şimdi 9 Haziran 2022 gecesi de bir dizi karar alındı.

Şimdiye kadar alınamaz mıydı?

Zaten 2009’dan beri uygulanan bir model idi getirilen.

Gelire Endeksli Senet.

Yurt içi tasarrufların artırılması, Devlet İç Borçlanma Senetlerinin çeşitlendirilmesi ve yatırımcı tabanının genişletilmesi amacıyla, Hazine ve Maliye Bakanlığı tarafından 28 Ocak 2009 tarihinde ilk defa Gelire Endeksli Senet (GES) ihracı gerçekleştirilmişti. GES ihraçlarında getiriler, Kamu İktisadi Teşebbüsü statüsündeki Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı (TPAO), Devlet Malzeme Ofisi (DMO), Devlet Hava Meydanları İşletmeleri (DHMİ) ve Kıyı Emniyeti Genel Müdürlüğünden (KIYEM) bütçeye aktarılan hasılat paylarına endekslenmişti. Gelire Endeksli Senetler ile getirisi devlet gelirleriyle ilişkilendirilen bir yatırım aracı yaratılması amaçlanmıştı. Söz konusu senetlere uygulanacak asgari kupon ödeme garantisi sayesinde yatırımcının gelir payındaki değişimden olumsuz etkilenmesi önlenmiş olacaktı. Bu çerçevede, söz konusu senetlerin getirilerine ilişkin ödemelerin hesaplanmasında TPAO, DMO, DHMİ ve KIYEM tarafından bütçeye aktarılan üç aylık ve altı aylık hasılat paylarının toplamı esas alınacaktı. Gerçekleşen gelir tahsilatının bütçede açıklanan azami tutarların üzerinde olması durumunda yatırımcılara söz konusu azami tutar karşılıkları esas alınarak ödeme yapılacaktı.”

Ama olmadı bu bilinsin..

Şimdi bu GES’in Türkiye Varlık Fonu’ndaki işletmelere uygulanabilmesi üzerinde duruluyor gibi.

Tutar mı?

Bakacağız.

Önümüzde bir seçim var. Siyasetin dili iyice sertleşecek.

Dolayısıyla o dilin yaratacağı türbülansı da düşünmemiz gerekiyor.

Zaman kaybediyoruz, ekonomideki dengeler her geçen gün biraz daha bozuluyor.

Harcama limitleri aşılmaya başlandı.

Maliye politikaları miadını doldurdu işe yaramadığı görüldü.

Sıra finansal politikalara geliyor.

Mesela mı!

Sanki çok para varmış gibi, ‘ek bütçe’ düşünülüyormuş. Çalışmalara geçilmiş.

Paran varsa harcama yapmak için ek bütçe hazırlarsın.

Paran yoksa, vergileri artıracaksın, zam yapacaksın…

Ek bütçeyi de vatandaşa yıkacaksın.

Yaşananlar geleceğimiz olan gençlerin umutlarını her geçen gün kırıyor.

Siyasetin dilinde ise halen bir değişim yok.

Kurtuluş reçetesi yok mu?

Var.

Var da o da öyle sana bana kalmış bir konu değil.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

cemilcahitsaracoglu.blogspot.com